Üniversiteyi kuran felsefe bugün üniversitenin neresinde? Bir zamanlar üniversitenin kapısından neyin içeri alınıp neyin alınmayacağına tek başına karar veren felsefe bugün içeri alınmak için kimlerin kapısında bekliyor? Kendisine zoraki tahsis edilen ve pek kimsenin itibar etmediği izbe köşede felsefe sevdalılarına felsefe adı altında ne sunuluyor?
Henüz var olmayan ve hedefine henüz erişmemiş, onun yolunu dahi kesin bilmeyen bir bilgi dalı – hatta bizzat olabilirliği hâlâ tartışma konusu olan, dolayısıyla karşılaştığı her engelde her seferinde dönüp varlığını sorgulama ihtiyacı duyan bir bilgi dalı bugün orada nasıl katılaşıp donmuştur? Ama aynı zamanda bütün bilimlerin temelinde yer alması ve bu yüzden en başta ulaşılması gereken, bilimden bilgiden öte bir şey olan felsefenin yerini bugün ne almıştır?
Bu sorular her şeyin altüst olduğu ve yerinden edildiği bugünün dünyasının soruları değildir. Geçmişi hayıflanarak hatırlayan sorular hiç değildir. Felsefenin en görkemli çağlarından biri olarak görünen 19. yy. Almanyası’nda, her ne kadar doğrudan bu sorular için yola çıkılmamışsa da yol üzerinde sorma ihtiyacı duyulan sorulardı ve daha o zaman felsefenin üniversitelerle, üniversitelerin devletle ilişkisini irdelemeyi amaçlıyordu.
Schopenhauer, Fichte, Schelling ve Hegel felsefelerine karşı en keskin polemik yazılarından birinde, bugün muhatabını dahi bulamayacak dolayısıyla naiflikten öteye gidemeyecek bu soruların cevaplarını aramaktadır. Ve dizinin diğer kitaplarında olduğu gibi bunda da meseleyi laf kalabalığına boğmadan, olabildiğince yalın, doğrudan, diğer yandan soyut form içinde kalmaksızın bolca misallendirerek, vurucu, çarpıcı hatta kışkırtıcı bir dille yapmaktadır bunu.